Yine bir 8 Mart geldi ve yine dünyanın yarısının yani kadınların sorunlarına ilişkin pek çok şey söylenecek ve yazılacak. Tarihin en eski iktidar biçimlerinden biri olan erkek egemen sistem yine erkekler tarafından bazen bir çiçekle gizlenecek bazen de “hadi bugün sizin gününüz, yine iyisiniz” diye pişkinliğe vurulacak. 8 Martı alanlarda karşılayanların sesini burjuva medyanın kadınlara özel olarak çıkarttığı ekler bastıracak ve 14 Şubat sevgililer günü havasında aktaracak.
8 Mart’a Dünya kadınlar günü de desek Dünya emekçi kadınlar günü de, şu an için önemli olan bu günün kadınların, erkek egemen sisteme, sömürüye ve adaletsizliklere karşı duruşunun bir simgesi olduğunu vurgulamak. Kadın sorununa dair gerek patriarkal sistem eleştirisi, gerekse de kapitalist sistem eleştirisi veren mücadele biçimlerinin içerdiği farklı teorik yaklaşımlar oldukça önemli olmakla birlikte, biraz da eleştirdiğimiz sistemin bu anlamlı günü nasıl elimizden aldığını görmek gerekmekte. Bu durum belki kadın mücadelesini daha geri bir alana sıkıştırmak gibi gelebilir, ancak erkek egemen sistem ve kapitalist sistem el ele vermiş 8 Mart’ın içini boşaltmakta ve anlamsızlaştırmaktadır.
Kadın sorununa ilişkin mücadele yükselmedikçe bu sorun evlerin içinde gizli kalmaya devam edecek. Bu sayımızda kadınların yaşadıklarını yine içimizden birinin ağzından aktarmak istedik. Yaşamının küçük bir kesitini aktarabildiğimiz bir kadının samimi cevapları ile “kadın sorunu” denen şeyi somutlamaktı niyetimiz. “Özel olanın politik olduğunu” düşündüğümüz için bir kadının özel hayatı ile iç içe geçmiş kapitalist ve erkek-egemen sömürü biçimlerini ortaya koyan bu röportajı yayınlıyoruz. Niyetimiz bu gün dünya kadınlar günüdür ya da dünya emekçi kadınlar günüdür demek değil, derdimiz hem kapitalist hem de erkek egemen sömürüye maruz kalan bir kadının yaşadıklarını aktarmak.
Bize kendinden bahseder misin?
Valla ben 13 yaşında çalışmaya başladım, konfeksiyon-tekstil işinde çalıştım hep. Kocamla da fabrikada tanıştık, 9 yıl aynı yerde çalıştık sonra da evlendik.
İş yerinde koşullar nasıldı?
Fabrikada çalışırken koşullar daha iyiydi, giriş saatin belli çıkış saatin belli en azından. Ama küçük atölyelerde daha başka; daha yoğun çalışıyorsun. Yani adam sana yemek paydosu bile yaptırmıyor. Konfeksiyonlar çok kötü. Hamileyken, çalıştığım yerde de hiç insanlar demiyordu “bu hamiledir, rahatsızlığı olur bir şey olur”. Ben kendimi o kadar çok zorluyordum ki verimli olabilmek için, o vaziyette bile ben gece ikiye üçe kadar çalıştığımı biliyorum. Bir de atölyeyi ben açıyorum anahtar bende, doğumuma iki hafta kalana kadar çalıştım. Aç açına çalışıyordum orda, gece 11-12 hiç acımak yok.
O kadar çalışıyordun ama emeğinin karşılığını…
Asla. Hiçbir şekilde karşılığını alamadım. Ondan sonra çıktım, ikinci çocuğuma hamileydim. Sonra başka bir yere girdim, orda da bir buçuk ay dayanabildim oradan da paramı aldım çıktım sonra. Ve o parayı da vermek için adam seni on kere ayağına çağırıyor, bugün git yarın gel. Verdiği de çok bir para olsa.Yani zor şartlar.
Şimdi çalışmayı düşünüyor musun tekrar?
Düşünmüyorum; ortalık berbat… Ama kocam çalışmamı istiyor tabi ki. Tabi o da bir yerde haklı ama ben ne yapabilirim, çaresizim. Onu oyalamakla geçiriyorum günlerimi. Yoksa bugün desem hemen ister işe girmemi. Düşünsene burada alıyor 750 milyon maaş, bunun 450 milyonu kira, üstüne elektrik su; geriye ne kaldı onla idare ediyoruz.
Atölyedeki kadınların durumu nasıldı peki?
Çoğunun hayatı nasıldır biliyor musun, kendisi çalışmak istemez ama kocası tarafından çalıştırılır zorla. Kadın ister evinde çocuklarıyla birlikte olsun, öbür taraftan kocası baskı yapar. Ha bir de kocası gelir, sormaz kadına şurayı beğendin mi falan diye, “tamam burada çalışacaksın”. Kocası konuşur ne kadar maaş alacak, kocası karar verir mesaiye kalıp kalmayacağına, kadının konuşma hakkı yok. Yani kadınların çoğu böyle atölye hayatında.
Peki evde çalışmaktan bahsetsen biraz…
Evde çalışmanın neyini anlatıcam. Bir kere kadın olmak zor, hem anne olmak, hem ev kadını olmak, hem kocana kadın olmak, hepsi zor... Ne bileyim, yani 24 saate sığmaz. Yemek yapıyorum, zaten çocuklar yetiyor, aman üşümesin, aman şöyle olmasın, habire onların peşinden koşuyorum. Bunun yanında bulaşığı, temizliği… Ayrıca evde iş de yaptım, kazaklara teğel yaptım, hadi kocama yardımcı olurum diye.
Çok uzun bir dönem çalıştın şimdi evdesin, hangisini tercih edersin?
Öyle bir tercih olursa ev kadınlığını tercih ederim. Ev hayatı da çok kötü, ama evi tercih ederim, çalışma hayatını istemem.
Evlenince neler değişti hayatında?
22 yaşında evlendim. Ben kocamı çok severek evlendim. Ben kocam için sülalemi attım bir kenara. Babam kapıya koydu. Babamdan dayak mı yemedim, sırf kocama kavuşayım da ne olursa olsun.
Kocam hemen baba olmak istedi, ama ben anne olmak istemedim. Çünkü o yaşta ne anneliği, o zaman benim genç zamanım. O zamanda benim çok arkadaşlarım vardı; tam böyle işte, kendini serpiştiriyorsun, onlarla buluşuyorsun, konuşuyorsun, oraya buraya gidiyorsun. Tam bu sırada da evlendim, hadi buyur çocukla uğraş... İstemediğim bir hamilelik, arkadaşlardan koptum. Şimdi diyorum ki ben ona; sen en azından arkadaşlarına gidiyorsun, değişik insanlar görüyorsun, fikir alışverişi yapıyorsun, o da diyor ki sen benden çok geziyorsun, sen de gittin kardeşine, sen de gittin annene. Ben onlara gitsem ne olur, insanın arkadaş çevresi başka yani... Kaynanam da bizimle kalıyor, hemen çocuk da oldu, hepimiz bir odada, bir anda o kadar yük, ben evlendiğimde çok bocaladım yani. Bir evliliği oturtacaksın, kabulleneceksin, ondan sonra çocuk yapacaksın.
Ya mesela ben kocama derdim ki, seninle evlendiğim zaman dünyanın anasını satarım. Ondan sonra bir gün geldi ki, dünya benim anamı satmış haberim yok.
Evlenmeden önce nasıldı peki?
Ben babamın evinde de böyleydim. Üç kızdık ama en çok çalışan benim. Akşam 7’de evde olmazsan, anandan bir güzel dayağı yersin. Akşama kadar çalışırsın, bir de eve gelince dayak yersin. Hafta sonu erkek arkadaşın olur, onunla gezmeye gideceksin, ne kadar para verirsem annemin eline o kadar susturuyordum, sonra kaçıp gidiyordum hafta sonları. Babam da hiçbir zaman babalığını yapmış insan değildir. Onun sadece içkisi ve sigarası vardır. Hiçbir şeyimizle ilgilenmedi. Benim babamın evinde de zor kötü şartlarda yaşıyorduk. 18-19 yaşındaydım hala dayak yiyordum. Herkes gelir sabah atölyede anlatır, akşam şöyle yaptım böyle yaptım şu filmi izledim, sen geliyorsun akşam dayak yedim. Dayakla ilgili de şunu söylemek istiyorum; dayak babandan da, annenden de, kocanda da olsa tek bir tokat bile olsa dayak dayaktır. Gelecekle ilgili neler düşünüyorsun?
Eskiden hep susardım bazı şeylere şimdi susmuyorum. Şu an kocam beni dışarı atsa, gidecek hiçbir yerim yok; çünkü en son ailem de artık beni attı. Şimdi bir de bizimkilerin bir huyu vardır, gelinlikle gittin kefenle döneceksin artık. Eğer gideceksem çocuğu bırakıp gidicem, gitmeyeceksem de çekicem. Ben şunu da çok düşünürüm kendi içimde, neden hala kocamı seviyorum; gidecek bir yerim yok diye mi? Babamın evine dönsem kimse beni kabul etmez diye mi bilemiyorum.
Elle tutulur hiçbir şey yok hayatımda, ama hiç böyle bir hayatım olmasını istemezdim. Her şeyin planlı programlı olmasını daha çok isterdim, yani böyle gelişi güzel yaşamayı hiç istemezdim.
Kendimi bir kutunun içindeymiş gibi hissediyorum, sağa sola dönemiyorsun dümdüz sadece önünü görebiliyorsun.